Tahliye Oldu, Bir Gün Sonra Tekrar Tutuklandı! Adalet Nerede?
Gündem

Tahliye Oldu, Bir Gün Sonra Tekrar Tutuklandı! Adalet Nerede?


13 October 20255 dk okuma1 görüntülenmeSon güncelleme: 13 October 2025

Türkiye'de yaşanan ve hukuk tartışmalarını alevlendiren olaylar zinciri, "Habeas Corpus" kavramını yeniden gündeme getiriyor. Mahkemelerin verdiği tahliye kararlarına rağmen, savcılık itirazlarıyla tekrar tutuklanan bireylerin yaşadığı bu durum, adalet ve özgürlük kavramları üzerine derin soru işaretleri yaratıyor. Osman Kavala'dan Avukat Selçuk Kozağaçlı'ya, Ayşe Barım'dan ismini bilmediğimiz nice insana kadar pek çok kişi, bu döngünün mağduru oldu. Peki, bu hukuksuzluğun önüne nasıl geçilecek?

Hukuk Mu, Sistem Mi?

Sistemin sorunları, çizilen sınırlar ve özgürlükler gücün sınırlarıyla çizilemez. Osman Kavala örneği, bu çarpıklığın en somut göstergelerinden biri. Beraat kararı sonrası tahliye edilen Kavala, aynı gün içinde tekrar tutuklanarak özgürlüğüne kavuşamadı. Avukat Selçuk Kozağaçlı ise iki kez tahliye edilip, iki kez ertesi gün tekrar cezaevine gönderildi. Son olarak Ayşe Barım'ın yaşadığı durum da benzer bir tabloyu gözler önüne seriyor. Hastanede tedavi gören Barım, tahliye edildikten sonra savcılığın itirazı üzerine tekrar tutuklandı. Bu örnekler, sistemdeki bir soruna işaret ediyor: Kanun mu, adalet mi?

CMK 104: Özgürlüğün İki Ucu Keskin Bıçağı

Ceza Muhakemesi Kanunu'nun (CMK) 104. maddesi, bu döngünün hukuki zeminini oluşturuyor. Maddeye göre, şüpheli veya sanık, her zaman tutuklama kararının kaldırılmasını isteyebilir. Ancak, aynı madde, savcılığa da tahliye kararlarına itiraz etme hakkı tanıyor. 2017 yılında yapılan bir değişiklikle, savcılıkların itiraz yetkisi genişletildi. Bu değişiklik, tahliye kararlarının ardından sıkça itiraz edilmesine ve kişilerin tekrar tutuklanmasına yol açtı. Bu durum, tutukluluğu esas, özgürlüğü ise istisna haline getiriyor.

Peki, bu durum nasıl mümkün olabiliyor? İşte cevabı:

  • Bir mahkeme tahliye kararı veriyor.
  • Savcılık itiraz ediyor.
  • Başka bir mahkeme, itirazı kabul ederek tekrar tutuklama kararı veriyor.
Bu döngü, hukuki güvenlik ilkesini zedeliyor ve bireylerin özgürlüklerini keyfi bir şekilde kısıtlıyor.

Habeas Corpus: Özgürlüğün Antik Çağlardan Gelen Sesi

Uluslararası sözleşmelerde güvence altına alınan kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı, her türlü keyfi müdahaleye karşı korunmalıdır. Gücün kullandığı yetki hukuka uygun olsa bile, özgürlüğün sınırlandırılmasında "ölçü" aşılmışsa, kişi haksız yere tutulmuşsa, habeas corpus devreye girer. Habeas corpus, hukuka aykırı olarak özgürlüğünden mahrum bırakılmış bireyin bir an önce hürriyetine kavuşmasını amaçlayan antik kökenli bir hukuk emridir. Bu emir, alıkoymanın hukukiliğini araştırmayı hedefler ve hukuksuzluğa dur demeyi amaçlar.

Ceza hukukunda verilmiş salıverilme kararlarına itiraz hakkının savcılıklara tanınması, özgürlükler hukukunda tartışılması gereken bir konudur. Demokrasi ve özgürlüklerin sınırlarını çizme gücünü elinde tutan yargının bu durumu, düşündürücü ve vahimdir. Bu yargı sisteminin yarattığı insan hakları ihlallerinin önlenmesi, aynı yargı sistemi içinde kalarak çözülemez. Bu sistemin anladığı ve uyguladığı ceza hukuku, insanları her hal ve şartta tutuklamaktır. Bu durum, hukuki güvenlik ve özgürlük sağlamak yerine güvensizliği yaygınlaştırıyor.

Tutuklama, kişi hak ve özgürlüğüne zorla getirilen bir sınırlandırmadır. Ancak, bu sınırlandırmanın da bir sınırı vardır: İnsan onuru ve insan yaşamının korunması. Yargı ve yargının zor kullanma gücü, temel hak ve özgürlüklerin yok edilmesine yol açamaz. Yargının öncelikle kendisini, sonra adaleti, herkesin hukukunu, vicdanları, özgürlükler ve kişi güvenliğini ve en başta temel insan haklarını koruması, habeas corpus emridir.

Sonuç olarak, Türkiye'de yaşanan bu hukuksuzluk döngüsünün önüne geçilmesi için, uluslararası hukuk metinleri ve insan hakları prensipleri yol gösterici olarak kabul edilmelidir. Bir tutuklamanın yasallığını yargıç kararına bağlayan habeas corpus ilkesi, insan onurunun korunması ve özgürlüklerin güvence altına alınması için hayati öneme sahiptir. Aksi takdirde, adalet kavramı sadece bir sözcükten ibaret kalacak ve hukuk, gücün aracı haline gelecektir.